İsveç
Okuma süresi
Okuma süresi: 14 dakika
Orta
Rüzgarınla Uçur Beni
 

Başlıyoruz efenim. Aslında bisiklet süresim de yok ama o his pedal çevirmeye başlayınca aniden ortadan kayboluyor. Hava biraz mızmız. Beni anılardan anılara sürükleyecek tekerlekli evim hazır. İsveç'ten başlayıp Danimarka'da sonlanacak yolculuğumda çadırda kalacağım. Aslında bu turdan sonra full otel konaklaması yaptığım başka turlar var. Kuzeyde fiyatlar cebimizi yakacak boyutlarda olduğundan çok acil olmadığı müddetçe bütçemden konaklamaya para ayıracağımı sanmıyorum.

Çıkalım şu şehirden

Yollar o kadar birbirine benziyor ki annesini kaybetmiş ördek gibi etrafa bakınıyorum ilk başta. Bir yandan da Polar'a göz atıyorum "Ne yapalım, nereye gidelim?" diye soruyorum. Kendimden daha fazla güvendiğim yol arkadaşım kendisi. Tur planımı yaparken Stockholm-Kopenhag arası oluşturduğum rotayı yükleyip içerisine atmıştım bu GPS destekli cihazın. İşte tüm bu yolculuk Polar'ın içerisinde saklı. O ne derse oraya gidiyoruz, o ne isterse onu yapıyoruz. Rotadan çıksam da yola getiriyor beni. Ayrıca ikide bir "ro-ta bulun-du" diye kulak tırmalayan abla sesi de yok bunda.

Yolumu suya göre belirlemeye alışkın bir insan olarak göl, deniz vs. çıksa da nerede olduğuma baksam düşünceleri arasında Albysjön Gölü'nün kıyısına geldim. Önemli bir gölmüş gibi algılanmasın. Baltık Denizi'nin İsveç'in derinliklerinde sonlandığı binlerce su birikintisinden birisi nihayetinde. Hava esmeye başladı ve en sevmediğim doğa olaylarından birisi ile yüzleşme vakti geldi çattı.

Merhaba rüzgar

Memlekette kanal bol dediğim gibi. Dolayısıyla irili ufaklı bir çok köprü de bu kanalların üzerinden geçiyor. Fotoğrafı çektiğim yeşilliğin arkasında yol var. Yaya ve bisikletlilerin ulaşımı için ise köprünün yamacından dolaşan bir ahşap köprü. Tahmin edildiği üzere herhangi bir yerde yol varsa bisiklet yolu da oluyor. 

Yolculuğun keyif kat sayısını arttırmak önemli. Bir acelem olmadığını düşündüğüm için parktır, dere kenarıdır gördüm mü kıyısından geçmeye özen gösteriyorum ilk aşamada. Aslında İsveç şartlarında park dedikleri yeşil alan benim gözümde ufak çaplı bir ormana tekabül ediyor. Bisiklet yolunu takip ederken önüme "bisiklet köprüsü" çıkıyor ve ben gerçekten bisiklet için yapıp yapmadıklarını düşünerek umutsuz hayallere dalıyorum. Söylemesi bile ilginç. Bildiğin kavşağın üzerinde bisikletlerin ulaşımı için yapılmış bir köprü var köprü ile altındaki yol tamamen farklı yönlere gidiyor. Bir fikir edinemeyince köprüden bir şekilde inip yola geçtim artık. Şehirden ayrılana kadar yer-yön bulmak çoğu zaman sevimsiz olabiliyor. Bildiğin yol olsa bile. Turlarımda bisiklet sürerken en sevmediğim zaman aralığı büyük şehirlerin çıkışları. 

Ana yola çıkıp hız kazanmak istiyorum. İlk gün için hedefte 165 km yol var. Bu bazı kişiler için biraz fazla ütopik gelebilir ama ben böyle seviyorum. İsveç kağıt gibi düz bir ülke. Bu nedenle biraz konsantre olursam yaparım herhalde diye düşündüğümden mesafeyi uzun tuttum. Ayrıca ilerki günlerde ortaya çıkabilecek aksilikleri de bertaraf etmek için enerji yerindeyken hareket etmek lazım. Bundan bir önceki turum olan Balkan turunda Saraybosna-Mostar arası ilk gün etabını ine çıka 140 km ile tamamlamıştım. İlk planda bunu da rahatça yapabileceğimi düşünüyorum.

Kullandığım bisiklet Cannondale Touring 1. Üzerinde Tiagra set. Hem drop bar hem de üzerinde zilyon tane bagaj deliği olduğu için tercihim bu yönde oldu. Balkan turumda Lapierre CX500 Cyclocross kullanmıştım ve sert tırmanışlarda çok afedersiniz ağzıma sıçmıştı 46x36 aynakol. Aslında İsveç için cyclocross biraz daha ideal olabilir ama konfordan kısmak istemedim. Lastikler ise Schwalbe Marathon PLus 700x32. Evet olabilecek en ağırından ama patlamaz çatlamaz. İlerde yine tekniğe gireriz. Şimdilik yola devam ediyorum.

Stockholm diyarından çıkmaya uğraşırken fabrikaların bulunduğu bir alana geldikten sonra benim Polar'daki yol bitiyor. Yolun bittiğini kaldırımdaki "kazan adam" tabelasından anlıyorum. Ben de altımda nasıl olsa bisiklet var diye ağaçların arasına doğru kıvrılan yola giriyorum. 200 metre kadar gittikten sonra İsveç'te olduğum aklıma geliyor. Tabela varsa ve sana "Girme güzel kardeşim" diyorsa vardır bir bildiği. Yol yarılmış bildiğin. Musa'nın Kızıldeniz'i ikiye yarması gibi yolun ortasında 3-4 metrelik çukur bulunuyor ve geçecek yer yok. Kazan adam tabelasındaki kazan adam gerçekten haklıymış. 200 metre için neden hesap yapıyorsam artık. Dönüp insan gibi E5'imsi ama tam da E5'e benzemeyen yola çıkıyorum ve atımı batıya sürüyorum. Yol, otoban ile yakınlaşıyor, uzaklaşıyor, sonra tekrar yakınlaşıyor. Bir gözüm de Polar'da. 

Göl mü, deniz mi anlayamadığım ama hayran hayran baktığım maviliklerinin yakınından geçerken mola için yol kenarında durdum. İsmini daha önce sanırım basketbol takımı sebebiyle duyduğum Södertälje yakınlarında hafiften acıkma hissi bahanesiyle Serap'ın İsveç köfteleri'ni (Menüye koysan yok satar bu isimle) çıkarıp afiyetle yedim. Poğaça da var. Maksat bir yandan da ağırlıklardan yavaş yavaş kurtulmak.

TURDA 32. KM 🏴

Södertälje'in içine girince sonbaharın güzelliği kendisini belli ediyor. 

Rosenborgskolan, Södertälje'de bulunan, spor ve müzik eğitimine dayalı bir devlet okulu. Binanın güzelliğine yenik düşerek durup fotoğrafladım aslında. İlk bakışta okul olduğunu da düşünmedim. Görüldüğü üzere estetik, mimari ve doğayı düzgün harmanlayanlar betonu sanat eserine çevirebiliyor. Biraz araştırma yaptığımda okulun 800'e yakın öğrencisi, 100 üzeri personeli bulunduğu bilgisine ulaştım. Personel sayısı dikkatinizi çekmiştir. Bu sayı sadece öğretmen ve hizmetliden ibaret değil. Daha doğrusu hizmetli sayısı zaten yok denecek kadar az. Çocukların o yaşlarda sorumluluk alabilmesi için okulun ufak tefek işlerini öğrenciler yapıyor. 100 küsür personelin bir kısmını psikolog, pedagog gibi meslek gruplarından insanlar oluşturuyor. Bizde de 10 yaşına gelmiş oğluna hala anası yemek yediriyor.  

Normalde ilk gün şehir içi yolları çok kullanmayacaktım. Fakat Norrköping tarafına gidebilmem için başka bir alternatifim yok. Şehrin tam ortasından geçen nehri (Södertalje Kanal) E4-bron Köprüsü üzerinden aşarak güney batı ekseninde yola devam ettim. Harita üzerinde Stockholm'den Kopenhag'a bir hat çizerseniz tam güney batı oluyor. Tüm yol bu eksende devam edecek esasında. Ayrıca belli bir zaman diliminde bu turu bitirmem gerekiyor. Yaya yaya yaptığım turlar olsa da bu onlardan birisi değil. 

Rüzgarın etkilediği sürüş performansım ruh halimi olumsuz etkilerken şehirlerin bitip acayip manzaraların başlaması mental olarak her şeyi dengeliyordu. Fotoğraflarda görüldüğü gibi yeşilin yeşil, mavinin maviye benzediği tonlara şahit oldum. Yol boyunca sağlı sollu geniş arazili evler bulunuyor. Bu kadar çok at çiftliği olan bir ülke daha var mıdır bilemiyorum ama bu sene iyi at yapmışa benziyor. Bu arada sayfa bana ait olduğu için zaman zaman iğrenç espriler yapabilirim :) Lütfen tarayıcı ayarlarınız ile oynamayınız. 

Taşrada bulunan evlerin neden ekseriyetle kırmızı renkte olduğu konusu ilgimi çekti. İlk düşündüğümde ağacın renginin ahşaba geçmiş olacağı fikri bende kabul görse de düşündüğüm gibi değil. Gerçek şu ki İsveç anayasasında bir gecede "Artık evleri kırmızı yapıyoruz" diye bir kanun hükmünde kararname ile evlerin rengi kırmızı olarak belirlenmiş. Bu saçmalığa inanmadığınızı varsayarak doğrusunu anlatayım :) Falun ya da falu kırmızısı deniyor bu renge. Renge ismini veren boya da madencilik faaliyetleri sonrası yer üstünde çinko, bakır vb. elementlerin karışması ve kırmızı renkli bir çamura dönüşmesi ile oluşuyor. Tasarımcı gözüyle hikayesi olan ara renkleri sevdiğimi belirtmem gerek. Hatta renk kodunu da yazayım #801818 tam olsun. Ahşap binalar restorasyonu kolay olması sebebiyle kuzey ülkelerinde bu renk ile boyanıyor. 

TURDA 63. KM 🏴

İnsan bir dağ, tepe serpiştirir etrafa. Düz. Dümdüz. Rüzgar coşunca yol üzerindeki ceplerden birisine çekip dinlenme kararı aldım, ikinci molayı da burada verdim. Yoruldum diyemem ama sıkıldım. Üstümdeki kapüşonlu zımbırtı zaten bildiğin paraşüt etkisi yapıyor. Çıkarınca da öyle lanet bir rüzgar var ki güneş kaybolduğu anda donuyorsun. 63 kilometredir 50 metrelik bir yokuş görmedim. Yolda yükselti olsa en azından rüzgarı kesecek alan olur ama maalesef o da yok. Bisikleti bir yere yaslayıp matı serdim. Bir saat kadar yattım burada. Zaten burnum akıyor, salya sümük sürüyorum. Bir de rüzgarla uğraşmak hiç işime gelmedi. Yolda yatmak en sevdiğim tur aktivitelerinden birisi :) Canım o anda sürmek istemiyor mu? Pat diye durur yatarım. Keyfimden asla ödün vermem. Farklı zamanlarda, farklı yerlerde başıma ilginç şeyler de gelmedi değil bu konu ile ilgili. Öldü sanıp yanıma gelen oldu. Ben artık canlı olduğumu kanıtlamak için yakından insan ya da araba geçerken ayağımı falan sallıyorum korkmasınlar diye. Özellikle de keyifliymiş gibi sallıyorum ki canlıymış deyip ayrılsınlar mümkünse. 

Dün akşamdan kalan Sleepy Bulldog'u halledip yola koyuldum. Lager falan olsa tamam ama sıcak pale ale gerçekten çekilmiyor. Allah kimseyi ılık bira içirecek hale düşürmesin.

Uzaklardan bir yerlerden

Bisiklet kullananlar olarak günlük sürüşe ya da tura çıktığımızda yol üzerinde en sevdiğimiz işletme çoğunlukla benzinlik oluyor. Biraz düşününce bolca neden bulunabilir. Henüz az mesafe kat etmeme rağmen benzin istasyonu sayısının az olması dikkatimden kaçmadı. Çünü yol kenarı haricinde dinlenecek güvenli bir alan bulabilmiş değilim. Genellikle yolda az yerim. Fakat sıvı ihtiyacı konusunda kendime dur diyemiyorum. Velhasıl dinlenme faslını bitirip boş bira şişesini çöpe atmak için çantaya koydum. Bu arada benzinlik bir tarafa, marketten zaten ümidimi kesin olarak kesmiş haldeyim. Çünkü sağa bakıyorsun tarla, sola bakıyorsun orman. Bir de yollarda tabela yok. Gerçi hiç bir yerde tabela yok. Marketin önündeki, üstündeki yani market olduğunu belli eden tabela bile yok. Tamam abi İskandinavsınız, tasarım anlamında minimal dimağlarsınız biliyorum ama standartlar silsilesi bir yerden sonra bilmeyen insan için can sıkıcı oluyor. Sizin düşündüklerinizi hissetme yeteneğimin oluşması için bolca zaman geçirmem gerekiyor burada. O da an itibariyle mümkün değil. 

Oflaya puflaya Vagnhärad'a geldim. LOTR sevenler "Harad" kelimesini bilir. Gondor'un güneydoğusundaki yarı çölleşmiş büyük bir bölgeye verilen ad bu. Bulunduğum yerde in cin top oynadığı için isim buraya cuk oturmuş. Neden sonra benzinlik bulunca acayip sevinerek market olduğunu düşündüğüm yere girdim Vagnhärad'da. Ama girerken "Milletin evine girmesek bari" diye de tırstım çünkü dediğim gibi tabela falan yok ortalıkta. İçerde iki güzel ablamız var. "Hi görls" diyerek selamımı verdim. Suratından soğuk terler akan, nefes nefese, üşümüş ve salya sümük bir adam, yokluğun ortasındaki markete giriyor. Nerden gelip nereye gittiğimi anlattım. "Haaaa" dediler, sonra "Ooooo" dediler. Ben de "Yaaaa" dedim. Onlar da "Hmmmm" dediler. İletişim böyle yaşandı ve bitti. Mataralardaki suları da bir güzel doldurdular. Musluk suyu. Aynısını dolaptan alırsan çok Türk Lirası. Kalplerinin güzelliği yüzlerine yansımış bu şeker portakallarına teşekkür ederek marketten ayrıldım. 

Sättersta yakınlarında rüzgarla savaşmaya devam ettim. Aslında guneyegiderken.com'un eski halinde rüzgarın, bisiklet süremeyişimin vs. videoları vardı fakat artık sadece yazma kararı aldığım için ne var ne yoksa kaldırdım. Başa çıkamıyorum ve asıl yapmak istediğim işten (yazmaktan) uzaklaşıyorum. Siteyi yeniden tasarlayıp sadece içerik odaklı olmamın sebebi de bu. Ek olarak fotoğrafları düzenlemesi çok fazla zaman alıyor.

Bulutlar güneşin önünü kapatınca üstümü giyiniyorum, güneş ortaya çıkınca tişörtle takılıyorum. Rüzgar bile olsa; bulutlu 14, bulutsuz 24 gibi hissediyorum. Ne değerliymiş güneşiniz? Dengesiz havaya göre kendime ayar vermekten deli oldum gün boyu. Artık biraz zorlama zamanı geldiğini düşünerek tempo vermeye başladım. Maksat ısınmak. Yoksa giy-çıkar yapa yapa yol bitmeyecek. Bu rüzgar da dinmeyecek. 

Saman balyaları da aynı dertten muzdarip. Donmasınlar diye sarmışlar. Tabi bir yandan da bulutların birbirleriyle şakalaşma seansı devam ediyor gökyüzünün her tarafında. Ben kariyerim boyunca (bak bak havalara bak) bu kadar havayı izlediğim başka bir gün hatırlamıyorum. İşi gücü bırakıp kahve elde, göl kenarında iskemleye kurulup semayı izlemek, şu an yaptığım işten kesinlikle daha mantıklı. Rüzgara karşı direnen Jonathan Livingston gibi hissediyorum kendimi. Ne güzel lkitaptır.

TURDA 98. KM 🏴 

Nyköping'e yaklaşırken sağ tarafımda oldukça değerli olan huş ağaçları var. Mobilya yapımında kullanılan bir ağaç türü. The Long Dark oynayanlar bu ağacı yakından tanıyordur diye düşünüyorum. Ağacın fidanlarını kurutarak oyunda ok imal edebiliyorsunuz. Survival tarzı oyunlara ilgi duyanlar kesinlikle göz atmalı. Sevgili yeğenim İrem'in oyuna verdiği isim 8 yaşından beri "Hayatta Kalmacılık". Evin kapısından girer girmez hayatta kalmacılık aşağı, hayatta kalmacılık yukarıydı onun için. Nyköping'e 10 km kadar bir yolum kaldı ve hızımı düşürmeye başladım. Yol tabelasını görünce rahatladım. Yaklaşık bir saat sonra hava kararacak ve çadırı kurmak için uygun yer bulmam gerekiyor. Polar'ı kontrol ettiğimde 98 km'yi 6 saat 15 dakika'da sürmüş olduğumu gördüm. Normal şartlarda 130-140 km yol gelebilirdim. Kafa rüzgarının düz arazide nelere mal olduğunu izah edebilmek için güzel bir örnek bu.

Artık biraz yavaşlayıp sakin bir şekilde şehir merkezine doğru seyrederken önümdeki aracın arkasından yola zıplayan bir geyik gördüm. Sol tarafımda oldukça geniş bir arazi var. Çayır çimen demeden gidiyor. İlk kez doğal ortamında geyik görmenin verdiği heyecanla bu güzel yaratığı takip ederken 5 dakika içerisinde gördüğüm geyik sayısı toplamda 7 oldu. Araziyi mesken tutmuşlar. Otların içine saklanıp kafayı kaldırarak uzaklardan bana baktılar bir süre. Bu kadar uzaktan göz teması kurabilmeleri ilginç. Ürkek ve bir o kadar dikkatliler. Yani 800 metreden "Aranızdan birisi gelsin, bişi konuşçaz" diye seslensem anında ormanda kaybolacaklar. Gezen geyik bunlar:) Bu arada hemen belirteyim; İsveç'in en büyük trafik sorunu geyik. Yılda 6000 kaza oluyormuş bu yüzden. Ülkemizdeki kediler gibi her yerden çıkıyorlar. Alttaki fotoğrafta bir tanesi ayakta olmak üzere 3 geyik var yan yana. 

TURDA 105. KM 🏴 

Bu kadar geyik yeter deyip şu fotoğraftan bir 7-8 km sonra "Nyköping'e Hoşgeldiniz" tabelasının altından geçip şehrin girişinde ormanlık alanın yamacına yerleştim. Çadırımı hızlı bir şekilde kurup fotoğraf vs. ile vakit kaybetmeden dinlenmeye geçtim. Hem hava kararıyor, hem de soğuyor yavaştan. Ormanlık dediysem şehir içi ormanın başlangıcına sırtına dayamış bir alan burası. 

Burnumu silmekten kızardı artık. Muz yiyorum bir yandan. Hapşırıyorum, gözüm sulanıyor. Gözyaşlarım muza düşüyor, muz yemeye devam ediyorum. Bir yandan da yanımda eşşek ölüsü niyetine taşıdığım Jager'den birkaç yudum alıp gülüyorum bugünü düşünerek. Offline Spotify'a indirdiğim playlistimde The Weepies-Hummingbird çalıyor. Fiziksel yorgunluğumun yanına rüzgar sebebiyle zihinsel yorgunluğu da eklenmiş bir şekilde çadırda vakit geçiriyorum. Sadece müzik dinlemek için ikinci bir telefon var yanımda. Böyle durumlar için ideal. Yoksa şarj dayanmıyor. 

Eveeett yavaş yavaş sütümü içip uykuya dalma zamanım geldi. Ertesi gün erkenden kalkıp yola devam. Rüzgarı düşünürken aklımda İlhan İrem'in de sorduğu o soru: 

Yel değirmenlerine karşı Don Kişot muyum? Uçuyorum durmadan, ben pilot muyum?

Strava Linki:
https://www.strava.com/activities/713379676